Spinosaurus
Kafamı yastığa koyduğumda düşünüyorum bazen… Şu Spinosaurus var ya, hani şu dinozorların en cinslerinden olanı… Sırtında yelken gibi bir yapı, kafası timsah gibi, ama yüreği sanki ayı gibi atıyor bu oyunda. Evet evet, yanlış duymadınız. Slot oyunu bu. Spinosaurus… ama bu başka. Bu sadece dönen makaralar değil. Bu, çocukken çamurdan dinozor yapıp onunla dünyayı kurtardığını hayal eden herkesin “vay be” deyip dalacağı oyunlardan.
Şimdi şöyle düşün… Bir slot oyunu açıyorsun, görseller şahane, sesler bildiğin Jurassic Park’ı aratmıyor. Pat küt efektler, bir yandan dinozor inlemeleri… Arada bir, Spinosaurus gülümser gibi oluyor. Evet evet, ekranın köşesinden sana göz kırpıyor gibi geliyor. Paran mı azaldı, o hemen bir scatter fırlatıyor. Sanki diyor ki, “bi dur, daha yeni başlıyoruz be koçum”.
Slotter sitesinde oynuyorum bunu. Çünkü başka yerde oynasam yakışmaz. Yani şöyle bir düşün; oturmuşsun koltuğa, çayını almışsın, ve karşında dev gibi bir ekran… Makaralar dönüyor, ve sen de tarihe adını yazdırmaya çalışıyorsun. Spinosaurus’un krallığını ele geçiriyorsun resmen.
Oyunun dinamikleri öyle abartılı değil, sade ama vurucu. Beş makaralı, birkaç sağlam sembol, bir iki bonus… Ama o heyecan var ya, hani annen dolma yaparken parmaklarını yalıyorsun ya, onun gibi bir şey. Her dönüşte, “hadi lan, bu sefer olacak” diye içinden geçiriyorsun. Ve oluyor bazen. Hem de ne olma… 100x, 200x derken gözlerin fal taşı gibi açılıyor.
Slotter’da oynarken bir yandan da başka oyuncuların da kazandığını görüyorsun. O da fena gaza getiriyor. “E be kardeşim, ben neyim eksik” diyorsun, basıyorsun çevir tuşuna. Bir de bakmışsın, Spinosaurus sana bonus oyunlarını açmış. O an var ya… İşte o an, kendini dinozorların lideri gibi hissediyorsun. Kral sensin. Gerisi teferruat.
Oyun seni öyle bir bağlıyor ki, bir noktadan sonra Spinosaurus’la duygusal bir bağ kuruyorsun. Sanki o kazandırdıkça mutlu oluyor, sen kaybedince içleniyor gibi. Arada bir, “hadi be koçum, ne duruyorsun, bir scatter daha ver” diye ekrana sitem de ediyorsun. Ama sonra veriyor… çünkü biliyor. Senin kalbin temiz.
Oyunun tasarımı falan da sade ama şık. Yani göz yormuyor ama dikkat çekiyor. Hani böyle, eski Türk dizilerindeki mahalle havası gibi… Dürüst, samimi, abartısız. Spinosaurus burada yırtıcı değil, sevecen bir dost gibi. Belki de içimizdeki çocuğa hitap ediyor. Kim bilir?
İnsan bazen hayatta bir şeye tutunmak ister ya… İşte bu oyun o gibi biraz. Yani her zaman kazandırmaz, ama umut verir. “Belki bu sefer” dedirtir. Ve o his var ya, işte o his her şeyden değerli.
Slotter’da Spinosaurus’u denemeyen varsa, valla çok şey kaçırıyor. Çünkü bu sadece bir slot oyunu değil… Bu biraz nostalji, biraz adrenalin, biraz da “hadi bakalım” diyerek gülümseten bir deneyim.
Ve işin özü şu:
Kazansan da, kaybetsen de… Spinosaurus gibi yaşa. Büyük oyna, kral gibi hisset.
Duydun mu? Altın treni kalkıyor! Ama bu öyle istasyonlara uğrayan, düdüğünü çalıp geçen trenlerden değil.…
Bak şimdi... adından belli zaten, bu oyun sıradan bir oyun değil. Gates of Valhalla. “Valhalla”…
İlk başta dedim ki, “ne alaka ya, tavşan bahçesiyle slot oyununun ne işi olur?” Sonra…
Hani bazı oyunlar var ya... başlar başlamaz içini kıpır kıpır eder. İşte Fiesta Fortune tam…
İlk çevirdiğimde dedim ki, “ne varmış bu oyunda bu kadar anlatılan?” Açık konuşayım, isminden bile…
Bazen diyorum, hayat zaten bi’ slot oyunu gibi. Kimi zaman kazanıyorsun, kimi zaman bedavadan kaybediyorsun.…